Murat Yakın'ı, Fenerbahçe forması giydiği 1998-99 sezonundan hatırlıyoruz. Joachim Löw'la beraber gelmiş, ilk 11'in önemli ismi olmuştu. Ancak ertesi yaz Löw kovulunca o da bir daha dönmemek üzere Türkiye'den ayrıldı. Daha sonra Basel ve Kaiserslautern formaları giyerek 2006'da futbolculuk kariyerini noktaladı. Ve hemen ardından teknik direktörlük yoluna girdi. Üç yıllık yardımcı antrenörlük deneyiminden sonra 2009'da İsviçre 2. liginde Thun takımında teknik direktör olarak göreve başladı. Teknik adamlık kariyerinin en başarılı dönemini 2012 ile 2014 arasında FC Basel'da geçirdi. İki sezonda iki kez İsviçre ligini kazandılar. UEFA Avrupa Ligi'nde de ilk sezon yarı final, ikinci sezon çeyrek final oynadılar. Ondan sonra Yakın'ın kariyeri bir duraklama dönemine girdi. Spartak Moskova'daki sezonu istediği gibi gitmedi. İsviçre'de Schaffhausen, Grasshopper ve Sion'da önemli bir başarı elde edemedi. Ancak Vladimir Petkovic sonrası İsviçre Milli Takımı'nın başına getirildi. İlk sınavından da başarıyla çıktı ve Katar 2022 vizesi almayı başardı. O aynı zamanda Türk kökenli olup da Avrupa'da bir milli takımın başına geçen ilk kişi.
Pekala, antrenörlük kariyerinizle başlayalım. Futbolcuyken hep sahanın ortasındaydınız ya da defanstaydınız. Oyunculuk günlerinizde antrenör olmayı hayal planlıyor muydunuz?
- Tabii, bu uzun zaman önceydi. Birkaç sakatlık sonucu futbolculuğa bir nokta koydum. Ama futbol oynamayı seviyordum tabii ki. Sözleşmem bittiğinde kendi genç takımım Concordia'dan bir teklif aldım. O zaman genç takım antrenörü olarak başladım. Tabii ki bu işi seviyorum. Bu bir tutku gibi benim için. Elimden gelenin en iyisini yapıyorum. Son 14-15 yılda kulüp antrenörüydüm ve farklı takımlarda birçok başarı elde ettim. Şimdi de İsviçre Milli Takımı'ndayım.
Size antrenörlük diplomalarınızı sorayım. İsviçre'de süreç nasıldı? Diplomalarınızı almanız ne kadar sürdü?
- Antrenörlüğe geçiş süreci İsviçre'de çok zor ama çok ilginç de. Ne kadar hızlı öğrenebildiğinize, ne kadar hızlı antrenör olabildiğinize bağlı. Benim zamanımda süreç daha çabuktu. Belki üç ya da dört yılda tamamladım, ki bu çok kısa bir süre. Ama bugün İsviçre'de ancak yedi ya da sekiz yılda tamamlayabilirsiniz bu süreci.
Bir antrenör olarak kimlerden etkilendiniz? Örnek aldığınız İsviçreli veya yabancı antrenörler oldu mu?
- Birçok antrenörden çok şey öğrendim. Oyunculuk günlerimde antrenörlerimden biri İsviçreli Christian Gross'du. Daha sonra Tottenham'ın da teknik direktörlüğünü yaptı. Elbette Almanya ile Dünya Kupası kazanan Jogi Löw var. Kaiserslautern'de çalıştığım ve Yunanistan ile Avrupa şampiyonu olan Otto Rehhagel'i de sayabilirim. Son olarak Leo Beenhakker. Real Madrid'den ayrılıp Grasshoppers'a gelmişti ve ilk antrenörlerimden biriydi. Bu dört isimden çok şey öğrendim. Hepsi çok iyi antrenörler.
"MOURINHO'YU İKİ KEZ YENMEK KARİYERİMİN EN ÖNEMLİ ANLARINDAN"
2012 ile 2014 arasında FC Basel teknik direktörüydünüz. O dönemde Elneny, Schar, Sommer ve Salah gibi oyuncularla unutulmaz iki sezon geçirdiniz. İki lig şampiyonluğu ve iki başarılı Avrupa serüveni yaşadınız. Sanırım ilk sezon UEFA Avrupa Ligi'nde yarı finalde elendiğiniz Chelsea biraz fazla güçlüydü değil mi? Önceki sezon Şampiyonlar Ligi'ni kazanmışlardı…
- Bir sürü iyi maç oynadık ve harika zaferler kazandık. Çok iyi oyunculardan oluşan harika bir takımımız vardı, İsviçre'de nasıl şampiyonluklar kazanabileceğinizi anlayan harika oyunculardı hepsi. Ama aynı zamanda Avrupa kupası maçlarında da iyi ve başarılıydık. Benitez ile Avrupa Ligi'ni kazandıklarında Chelsea'ye karşı oynadık o ilk sezon. Ama o çok iyi oyunculara karşı yarı finalde şansımız yoktu. O iki maçta daha iyi olan taraf biz değildik. Chelsea oyuncuları o iki maçta da çok daha iyiydi. Ertesi yıl yine İsviçre ligi şampiyonu olduk. Kupada finali oynadık ve Şampiyonlar Ligi'nde Mourinho'nun Chelsea'sini iki kez yendik. Bu, elbette, kariyerimdeki en önemli anlardan biriydi.
Streller kafayla atmıştı değil mi Londra'daki galibiyet golünü?
- Londra'da Streller atmıştı. Evet kesinlikle. Ve Salah'ın da rövanş maçındaki golü. Son dakikalarda Fabien Schar'ın uzun topunu alan Salah'ın golüyle Basel'deki stadyumumuzda 1-0 kazandığımız maç da inanılmazdı.
Salah ile iki sezon çalıştınız. O zamanlar böyle bir oyuncu haline geleceğini öngörmüş müydünüz?
- FC Basel'e 19 yaşında genç bir oyuncu olarak gelmişti. Çok yaratıcı, çok hızlı ve çok akıllı olduğu için iyi bir oyuncu olmasını bekliyorduk. Bunu görebiliyorduk. İsviçre Ligi'nde ve ayrıca Avrupa Kupalarında oynadığımızda, sahadaki her hareketiyle, ayrıca oyunda her zaman bir çözüm bulmasıyla herkesi şaşırtıyordu. Şimdi, kariyerinde geldiği noktayı görmek harika. Mourinho ile oynamak için Chelsea'ye gitti ve ondan sonra sanırım Roma ve Fiorentina'ya gitti. Ve sonra Liverpool onun en önemli transferi oldu. Orada hücumda daha fazla oynamasına izin veren bir antrenörü var. Eskiden savunmaya katkı yapmayı pek sevmezdi ama bunu yapmayı da benden ve Mourinho'dan öğrendi. Ama şu anda kariyerinde geldiği yer inanılmaz. En önemli ve en değerli oyunculardan birisi.
"İSVİÇRE FUTBOLUNUN SIRRI BÜYÜK LİGLERDEKİ OYUNCULAR"
Gelelim İsviçre Milli Takımı'na. Geçen Haziran ayında, İsviçre Federasyonu sizinle temasa geçti. Nihai karar ne zaman verildi?
- Tabii benim için önce bir sürpriz oldu. Ben o sırada İsviçre ikinci liginde çalışıyordum. Buna karşılık gazetelerde Milli Takım için çok sayıda başarılı ismi okuyorduk. Milli takımda çalışmak elbette hayalimdi ama bu sefer beklemiyordum doğrusu. Federasyon başkanı ve spor direktörle güzel bir toplantı yaptık. Zaten önceden tanışıyorduk. Oyuncuların çoğunu da geçmişten tanıyordum. Ben de bu takımı daha geliştirebileceğimi düşündüm.
İtalya'ya karşı ilk maçınızdan önce takımda hava nasıldı?
- Başlangıç çok zordu ama çok da ilginçti. Çünkü geçmişten tanıdığım oyuncular vardı. Birçok oyuncunun antrenörüydüm daha önce. Buna karşılık Embolo ve Shaqiri sakatlıkları yüzünden ve Granit Xhaka'yı COVID olduğu için kullanamadım. “Tamam, ne yapabiliriz?” dedik. Avrupa şampiyonu İtalya'ya karşı oynuyoruz. İyi bir takım ruhuna sahibiz. Takımı o dönemde devralıp “tamam, hadi bakalım” demekten çekinmedim. “Başlıyoruz ve İtalya'yı eleyebiliriz” dedik ve yaptık da…
İsviçre Milli Takımı 2004'ten beri inanılmaz bir dönem geçiriyor. Bu, üst üste beşinci Dünya Kupası olacak. Son 20 yılda sadece Euro 2012'ye gidemediler. İsviçre futbolunun sırrı nedir? Büyük bir ülke değil ama bence çok başarılı…
- Sanırım büyük takımlarda oynayan çok sayıda oyuncumuz var, bunlar aynı zamanda önemli oyuncular. O takımlarda performans gösteren oyuncular. Ve bu bir fark yaratıyor. Belki iyi bir takım ruhuna sahibiz. Çok iyi oyunculara sahip bir takımız. Bu da fark yaratıyor. Son 20 yılda ne oldu? Ben geçmişe değil hep geleceğe bakarım ama sanırım iyi hocalarımız var. Oyuncuları iyi, çok olumlu bir şekilde eğitiyorlar. Ayrıca farklı uluslardan iyi bir karmaya sahibiz. Sanırım bu İsviçre için iyi bir an.
Geçen yıl Milli Takım'da artık oyuncular arasında dil bariyeri olmadığını söylüyordunuz. Yanılıyor muyum?
- Bu iyi bir tavsiye. O benim zamanımdaydı. İşte bu yüzden hiçbir turnuvaya katılamadık. Ben sadece Euro 2004'te Portekiz'e gittim. 2006 Almanya'ya da gittik ama ben artık futbolu bırakmıştım. Demin söyledim. Zannediyorum ki, şimdi fark şu: Tüm oyuncular yabancı ülkelerde oynuyor. Bu dil bariyeri artık yok.
Milli oyuncuların çoğunun yurt dışında oynaması, önceki nesillerle kıyaslandığında onlara daha fazla özgüven veriyor mu? Günümüz oyuncuları daha mı özgüvenli?
- Tabii bu sadece en büyük beş ligde oynamalarından değil, en iyi takımlardan oynayan önemli oyuncular da olmalarından da kaynaklanıyor. Birçok iyi oyuncunun bu durumda olması fark yaratıyor. Biz tüm İsviçreli oyuncuları izliyoruz. Ancak Avrupa'da tecrübe edinmeden milli takımda başarılı olamazsınız. Sadece ilk 11 için değil kadroya seçebileceğim birçok oyuncuya sahip olduğumuz için şanslıyız. Son eleme maçlarında da yetenekli genç oyuncularımız olduğunu gördük. Bu da milli takım için gerçekten mutluluk verici bir durum.
"JORGINHO'NUN İKİ PENALTI KAÇIRMASI MANTIK DIŞIYDI"
İtalya'ya karşı ilk maçta bazı değişiklikler yaptınız. Dörtlü savunmaya geçtiniz. Sebep neydi?
- Ayrıca farklı bir taktik de kullandım. Oyuncuları, kaleciyi ve ayrıca savunma oyuncularını önceden tanımam belki de benim avantajım oldu. Sanırım bazı şeylerin değişmesi gerekiyordu. Yeni antrenör, yeni turnuva… Dörtlü savunmaya geçtik çünkü savunmanın önünde bir hat daha olsun istedim. Oyunda aktif olmak istedik. Oyunu elimize almak istedik. Her neyse, bu oyuncularla iyi bir takım ruhumuz vardı. İlla değiştirmek zorunda değildim ama onlara daha iyi neler yapabileceğimizi gösterdim. Avrupa Şampiyonası'nda, oyunda iyi olmadığımız birçok durumu koşu istatistikleriyle, savunma istatistikleriyle analiz ettik. Bunu değiştirdik ve oyuncular da çok iyi anladı. Oyunumuzu da bu şekilde geliştirdik.
Son dakikada Jorginho'nun penaltı vuruşunu beklerken birkaç gergin dakika geçmiş olmalı. Sizin için hangisi katlanmak için daha gergindi? Basel'da, Diaz'ın 2013'teki dördüncü penaltısı mı yoksa bu mu?
- Diaz'ın Tottenham'a attığı penaltı mı? Hayır, sanırım bu ikisini karşılaştıramayız. Şimdi Roma'da İtalya'ya karşı bu penaltı, aklıma gelen en kötü şeylerden biriydi! İnanılmaz! Çok çalıştık ve çok iyiydik. Tabii ki şans da lazımdı ama bu şekilde değil. Ama sonuçta, çabamızın karşılığını aldığımızı düşünüyorum. Elbette Jorginho bize karşı iki kez penaltı kaçırdı ve bu mantık dışıydı. Ama sonunda, bu futbol. Sonunda gruptan çıktık olduk ve İtalya playoff'ta oynamak zorunda. Ancak takım için, tüm İsviçre için çok mutluyum. Böylece playofflarda oynamak zorunda değiliz. Çünkü Portekiz ve İtalya gibi takımlara karşı sıkı maçlarda bu çok zor olacaktı.
"PORTEKİZ'DE KAZANABİLİRSİNİZ"
İşiniz gereği Türk Milli Takımı'nı da izliyorsunuz. Son iki-üç yıldır Türkiye'yi nasıl görüyorsunuz?
- Aslında çok iyi görüyorum. Çok iyi oyuncular var. Yurtdışında iyi takımlarda da oynuyorlar. Şimdi playoff'a girdiler. İyi bir takımla, Portekiz'le oynayacaklar. Bana göre çok iyi bir şansları var. Çünkü hiç kimse bunu beklemiyor. Tahmin ediyorum ki Portekiz'de maçı kazanabilirler.
Sonra da İtalya gelecek büyük ihtimalle…
- İşte hiç kimse beklemiyor. Herkes söylüyor ki İtalya ve Portekiz, onlar katılacak. Şimdi Kuntz aldı takımı. Başarılı oldu. Playoff'a çıkardı. Bana göre büyük bir şansları var.
Diğer ülkelerde çok sayıda İsviçreli oyuncu var. Türk oyuncu sayısı bence yetersiz. Daha fazla olmalı mı, mesela Fransa'da, İtalya'da, diğer liglerde?
- Hatırladığım kadarıyla Avrupa Şampiyonası'nda İsviçre'ye karşı oynanan maçta bütün oyuncular galiba yurtdışında oynuyordu. Sadece kaleci galiba Trabzon'da oynuyordu.
Sonra Türkiye'ye dönenler oldu…
- Ekonomik durumda kim Türkiye'den gitsin? İyi para kazanıyorlar. İsviçre'de bizim oyuncularımız tabii yurtdışında gidiyorlar çünkü bizim burada sistemimiz öyle. Kim şansı varsa gidiyor. Almanya'ya, İngiltere'ye. Bu da benim avantajım. İyi, kaliteli futbolcular olduğu için…
Şöyle duymuştuk Bursaspor'dan daha önce teklif aldınız. Hiç Türk kulüplerinden teklif aldınız mı? Yeni değil, birkaç yıl önce de olabilir.
- Bu soru geldi. Tabii soruyorlar. Bursa başkanıyla görüşmüştük. Buraya ziyarete geldi Zürih'e. Öğlen yemek yedik. Ama o zaman da başkana söyledim: Biz buraya alışığız. Buradan, İsviçre'den Türkiye'ye gittiğimde biraz “it's a big challenge' (büyük zorluk).
Zor tabii iki taraf için de… Tabii orada yetişmişsiniz.
- Onun için, rahatım, işim çok güzel. İleride ne olursa bakarım. Benim elimde değil.
Son olarak Fenerbahçe'yi sorayım. Aslında 1998'de Löw'le Stuttgart'tan geldiniz. Sezon iyi gidiyordu. Sonda o Beşiktaş maçıyla durum değişti. Niye ayrıldınız sonraki sezonun başında?
- Tabii Fenerbahçe'ye geldim. Büyük bir camia, büyük bir kulüp. Oynadığım zaman çok sevindim çünkü seyirciler fanatik. Ondan sonra Jogi Löw kovuldu. Löw'den sonra Rıdvan Hoca geldi. Onu da üç ay sonra gönderdiler. Ben de antrenöre güvendiğim için gelmiştim. Bir de sistem olarak antrenör benim için en önemli kişi olduğu için neden kovulduğunu anlamadım. Onun için “benim işim burada bitti” dedim.
Röportaj: Alp ULAGAY