comScore

Fenerbahçe Fenerbahçe

Nabil Dirar: "İstanbul'daki trafik delilik"

04 Mart 2018, Pazar 12:23
Nabil Dirar:

Fenerbahçe'nin Faslı yıldızı Nabil Dirar, Fenerbahçe Dergisi'ne kariyerinden Türkiye'ye bakış açışına kadar birçok konuda çarpıcı yanıtlar verdi.

FutbolArena - Fenerbahçe, Spor Toto Süper Lig'de şampiyonluk mücadelesi verirken Faslı oyuncu Nabil Dirar, Fenerbahçe Dergisi'nin Mart ayı dergisine önemli açıklamalar yaptı. 

Nabil Dirar, Monaco ve Belçika yıllarından Türkiye'deki yaşantısına kadar birçok konuda görüş belirtti.


Nabil Dirar'ın Fenerbahçe Dergisi'ne açıklamaları


Küçükken, bir çocuk olarak adlandırılabileceğim yıllarda, normal bir erkek çocuğu gibi yaşadım. Oyun oynamayı çok seviyordum. Çok büyük, çok geniş bir aileydik ve çok fazla kardeşim vardı. Dışarıda oyun oynamama çok izin verilmiyordu bizim ailede. Çünkü bizim yaşadığımız mahalle biraz tehlikeli bir mahalleydi diyebiliriz. Diğer çocuklarla aynı yolu izlememi istemiyorlardı. Ağabeylerim olduğu için, onlar hep benim arkamdalardı. Doğru yola girmem için, bana yapmam gerekenleri anlatıyorlardı. Okulda iyi bir şekilde çalışabilmem için tavsiyelerde bulunuyorlardı. Babamı 1 yaşımdayken kaybettim, açıkçası babamı hiç tanımadım yani, bebeklik dönemindeydim. Büyük ağabeyime “baba” diye seslenirdim küçük yaşlarda, çünkü onu babam zannederdim. Güzel bir çocukluk geçirdim, herkes gibi çok eğlendiğim bir çocukluktu. Çok fazla imkanımız olmamasına rağmen, mutlu bir çocuk olma şansını yakaladım.
HAYALLER

Hayır değildi. Futbol oynamayı seviyordum. Söylediğim gibi; Fas'ta ağabeylerim oynamama pek izin vermiyorlardı, çünkü bir takıma yazılabilmek için gerekli imkanlarımız yoktu bizim. Çanta alabilecek, kıyafetler alabilecek, gerekli eşyayı alabilecek imkanlarımız yoktu. Aynı zamanda bir kaza riskine karşı sigorta yaptırabilecek durumumuz da yoktu. Bu nedenle dediğim gibi imkanlarımız olmadığı için, sadece arkadaşlarımla her Pazar günü maçlar yapardım sokakta ve bunu çok seviyordum. Daha sonra Belçika'ya gitmek gibi bir şans çıktı önüme, büyük ağabeyimin yanına gittim orada ve o benimle ilgilenmeye başladı. Orada her yerde futbol sahaları vardı, okulda oynayabiliyorduk ve yavaş yavaş futbol oynamaya başladım. Ama bir gün profesyonel olmak hiçbir zaman rüyam değildi, öyle bir rüyam yoktu.

OTO TAMİRHANESİNDE ÇALIŞTI...

Tamirciydim, arabaları tamir etmeye çalışıyordum. 2 gün okula gidiyordum, okuldan ayrı olarak da 3 gün çalışıyordum bir oto tamirhanesinde. Arabaları çok sevdiğim için, arabalarla ilgili her şeyi seviyordum, yarışları seviyordum. Bu nedenle arabalara gerçekten ilgiliydim, ama öyle bir otomobil pilotu olmak gibi bir düşüncem yoktu. Ama böyle bir iş yapmak istiyordum. Bunun yanında da düşük bir seviyede futbol oynamak istiyordum, biraz hayatımı kazanabilmek için.

İLK SEÇMELER

Her hafta sonu küçük bir parkta oynuyordum ve birçok genci kulüplerin eşofmanları ile oynarken görüyordum ve şöyle söylüyordum kendime, “nasıl ben oynamıyorum, onlar oynuyor, ben onlardan daha iyiyken ?”. Seviyeleri çok bilmiyordum tabi o zamanlarda ama ben çok çok düşük seviyede bir oyuncuydum. Bir denemeye katıldım ve denemeyi daha ilk günden başarı ile geçtim. Sonra yavaş yavaş seviyeleri anlamaya başladım. Sonra da yavaş yavaş daha üst seviyelerde oynayan bir oyuncu haline geldim.

GOL ATMAYI SEVERDİM

Forvet ve orta saha mevkilerinde oynuyordum. Gol atmayı severdim ve topu ayağında tutmayı seven bir oyuncuydum.

İDOLLERİ RONALDO VE RONALDİNHO

Sadece Ronaldo ve Ronaldinho'yu izlerdim. Brezilyalı Ronaldo. Fenomen o. Benim idolümdü gerçekten. Çünkü onun için futbol çok kolaydı. Onu oynarken izlediğimde, sanki çocuklara karşı oynuyormuş gibi gözükürdü. Biz de aynı şeyi yapmaya çalışırdık ama başaramazdık.

İLK SÖZLEŞME VE AİLENİN İLK TEPKİSİ

Açıkçası inanmıyorlardı. Bir de şunu net bir şekilde söyleyeyim; ilk profesyonel sözleşmemi imzaladığımda, kimsenin haberi yoktu bu durumdan. Dediğim gibi otomobil tamiri yapılan bir yerde çalışıyordum. İşten sonra direkt olarak antrenmana gidiyordum. Antrenmana gitmek için tramvaya biniyordum. 1 saatlik tramvay yolculuğu yapıyordum. Eve döndüğümde ailem işten döndüğümü zannediyordu ama ben futboldan dönüyordum. Sabah evden çıkıyordum, işe gidiyordum, sonra antrenmana gidiyordum, sadece yemek yemeye ve uyumaya eve dönüyordum. Sonra yeni bir gün başlıyordu, yine aynı rutini gerçekleştiriyordum. Yani açıkçası gerçekte ne yaptığımı bilmiyorlardı. Futbol oynadığımı biliyorlardı ama tam olarak ne yaptığımı çok anlamıyorlardı. Ailemle çok fazla futbol konuşmuyordum zaten, çünkü futboldan hiçbir şey anlamıyorlardı. Ailede futbolu seven sadece ben vardım. Bazen kız kardeşlerimle kavga bile ederdim, televizyonda bir maç seyredebilmek için, onlar başka şey izlemek isterdi. İlk sözleşmemi, profesyonel sözleşmemin başlangıç tarihinden önce imzaladım; 6 ay boyunca işime, çalışmaya devam ettim. Okulu ve işi bırakıp futbola başlayacağımı hiç kimse bilmiyordu sözleşmeyi imzaladığımda. Neredeyse son anda söyledim. Evi terk etmeden 1 – 2 ay önce söyledim. Annem biraz üzüldü tabii. Çünkü onunla kalan sadece ben ve bir kız kardeşim vardı o dönemde. Sonra o da evlendi; ben artık onla kalan son çocuğu olduğum için… Annemi terk etmek zordu tabi, çünkü annemle uzun bir süre beraber yaşadım. Bizim için gerçekten çok çalıştı. Bizi yetiştiren, bizi büyüten de oydu. Aynı zamanda şöyle de bir durum vardı; ben anneme hep, “seni asla terk etmeyeceğim” derdim. Ama sonra profesyonel sözleşmemi imzalayınca, hiç düşünmeden terk ettim onu.

ANNESİ KÖTÜ YOLA SAPMASINDAN KORKUYORDU

Ben Fas'ta okulu pek sevmezdim açıkçası. Ağabeylerimin hemen hemen hepsi Avrupa'daydı. İtalya'da yaşayan ağabeylerim de vardı ve gerçek anlamda arkamda olan kimse yoktu o dönemde. Belki annem biraz benim kötü bir yola girmemden korkuyordu. Bu yüzden de beni büyük ağabeyimin evine gönderdi. Bu şekilde bana biraz daha yakın olabileceklerdi, beni koruyabileceklerdi. Biraz daha güvende olacağımı düşündü. Sonra da oraya gittim, beni rahatsız eden tek şey biraz, oranın soğuk havasıydı. Ama bunun dışında; futbol sahaları vardı, futbol topunu gördüğümde zaten çok büyük mutluluk yaşıyordum. Çünkü benim tek istediğim şey buydu. Okulda da gerçekten berbat bir öğrenciydim, bunu da söyleyebilirim net bir şekilde. Açıkçası futbolda başarılı olduğum için şanslı olduğumu düşünüyorum.

İLK TAKIMLAR

Açıkçası çocukluğumda öyle, çok da bir şeyleri umursayan bir çocuk olmadım. Böyle çok kafaya takan bir çocuk değildim. Allah'ın bana verdiği her şeyi alıyordum sadece. Çok fazla soru sormuyordum, sorgulamıyordum. 3. ligde oynama şansı buldum o dönemde. Saint Gilloise 3. ligdeydi. Profesyonellerle oynama şansı vermediler bana orada. Sonra Diegem'de çalışan bir antrenör vardı, gerçekten benimle çok ilgilendi. Bana oraya gitmeyi teklif etti. Benim için her şeyi yapacağını söyledi. Beni çok seviyordu ve bana gerçekten de çok büyük yardımları oldu. Diegem'deyken 1 yıl kendi yaş kategorimde oynadım. Ama sonra, daha üst bir yaş kategorisi ile oynamaya başladım, rezerv takım ile oynamaya başladım, yani kulübün ikinci takımı ile oynamaya başladım. Hemen bir sonraki sene A takım ile oynamaya başlamıştım. 1 yıl orada geçirdim. Daha sonrasında da 1. ligde sözleşme imzalama şansı yakaladım.

WESTERNO YILLARI

Mutluluktu sadece benim için Westerlo'ya gitmek, gerçekten mutluydum. Çünkü 1. ligde profesyonel bir sözleşme imzalamıştım. Herkes beni televizyonda görecekti, bu şekilde bakıyordum olaya. Ailem gelip beni izliyordu. Çok mutluydum. En başta Güney Afrikalılar ile aynı evde kalıyordum. İngilizce bir kelime bile bilmiyordum. Onlarlaydım ama eğlenebiliyorduk birlikteyken, çünkü sadece futbol konuşuyorduk, top konuşuyorduk, sadece topla ilgili şeyler izliyorduk. O yüzden çok fazla kafama takmıyordum içinde bulunduğum durumu. En başta ilk 11 oyuncusu değildim, ama bu durum beni hiçbir zaman korkutmadı, hiçbir zaman şüphe de olmadı kafamda başaramayacağıma yönelik. Teknik olarak kuvvetliydim, hızlı gidebilen bir oyuncuydum. Ama bir yandan da tabii çalışmak gerekiyordu, savunma yapmayı da bilmek gerekiyordu, taktik olarak oynayabilmek gerekiyordu. Çünkü Westerlo küçük bir kulüptü ve savunma yapmanın gerektiği bir kulüptü. Taktik olarak çok iyi olmak gerekiyordu. Bu nedenle en başta oynamıyordum ama daha sonra oynamaya başladım. Dediğim gibi çok fazla olayları kafaya takan bir insan değildim, o dönemde de öyleydim. Sadece keyif almak için eğlenmek için oynuyordum.

FAS MİLLİ TAKIMINI SEÇMESİ VE İŞK MAÇLAR

Açıkçası, böyle bazen boş vaktim olduğunda, tatil dönemi olduğunda, şunu düşünüyorum, gerçekten bu bir rüya olmalı. Çünkü tüm bunları kesinlikle beklemiyordum. Her gün Allah'a şükrediyorum. Çünkü bazen gerçekten, “bu çok fazla, bu aşırı oldu” diye düşünüyorum. “Bu kadarı mümkün olamaz” diye düşünüyorum. Ama Milli Takım ile ilk maçımı oynadığım an, belki bu bir rüyaydı, evet. Artık biraz futbol oynayama başlamıştım. Fas Milli Takımı'nda oynuyordum. İlk defa bir maç izlediğim dönemi hatırlıyorum, 1998 yılıydı. Fas Brezilya'ya karşı oynuyordu. Ben Ronaldo'yu çok beğenirdim. Kardeşlerimle beraber bir kafedeydik. Ronaldo Fas'a karşı bir gol atmıştı. Ben futboldan çok anlamazdım o zamanlar, ayağa kalktım ve bağırdım, daha sonra ağabeyimden enseme tokadı yedim hemen, onu hatırlıyorum. Çünkü “golü Brezilya attı, sen ne yapıyorsun?” dedi bana. Ama ben Ronaldo'yu çok seviyordum ve o sırada Fas'a karşı tek başımaydım. Sonra Fas Milli Takımı ile Moritanya'ya karşı ilk maçımı oynadığımda Milli Takım forması ile, gerçekten bu benim için bir çılgınlıktı. Tüylerim diken diken olmuştu, gerçekten çok çok heyecanlıydım. Çünkü o forma benim için gerçekten çok şey ifade ediyordu. Benim için gerçek bir gururdu. Çok kuvvetli hisler yaşadım açıkçası.

BELÇİKA YILLARI

Çok hızlı adapte olduğumu düşünüyorum, çünkü beni çok seven bir hocam vardı. Aynı zamanda Fransızca konuşuyordu. Benim için ikinci bir baba gibiydi. Ne zaman salakça bir şey yapsam, beni korumak için hemen orada oluyordu. İki yıl Westerlo'da oynadım ve onlara karşı da oynamıştım, o nedenle hocayı önceden de tanıyordum. İyi maçlar da oynamıştım açıkçası onlara karşı. Ligde de iyi maçlar çıkarmıştım o dönemde ve gençtim de o yıllarda. Bu nedenle beni transfer ettiler. Gerçekten iyi işler yaptığımızı düşünüyorum. Club Brugge ile neredeyse hiçbir kupa kazanamadık, ama hakikaten unutulmaz anlar yaşadım orada. Çok güzel bir havamız vardı. İyi bir takımımız vardı, iyi bir oyuncu grubuyduk, güzel bir takımdık. Güzel oynuyorduk ama 3 sene Anderlecht'in ardından 2. bitirdik. Çünkü Anderlecht o dönemde gerçekten en iyi takımdı. Mbark Boussoufa ile, Nicolas Frutos ile gerçekten iyi oyuncuları olan bir takımdı, hakikaten iyi bir takımlardı. Ve onları durduramadık.

CLUP BRUGGE DE DAUMLA CALIŞMASI YILDIZLAŞTIĞI MAÇ

Bir maç hatırlıyorum. Christoph Daum, Alman hocamız, Fenerbahçe'de de çalıştı. (Daum'la 6 ay çalıştım, sonra ben Monaco'ya gittim). Avrupa Ligi oynuyorduk. Kime karşı hatırlayamıyorum ama Avrupa Ligi maçıydı. 3 – 0 gerideydik. En çılgın, en deli maçtı benim için. 4 – 3 kazandık. Deplasmandaydı, gerçekten delice bir maçtı, biz bile inanamamıştık. Dünya kupası kazanmışız gibi bir ortam vardı. Gerçekten çıldırmıştık, manyak bir kutlamaydı bizim için. Soyunma odasında, uçakta, çok büyük kutlamalar yaptık. Gerçekten güzel bir andı. Üzüntülü anım ise, Anderlecht'e kaybetmek oluyordu. Çünkü gerçek anlamda rakibimizdi onlar. Kabullenemeyeceğimiz mağlubiyetlerdi. Beni gerçekten üzen anlardı.

MONACO YILLARI

Açıkçası 1 aylık bir süre onlarla görüşmelerimiz sürdü ve gerçekten ilgililerdi. Ama ben Monaco'yu hiç tanımazdım, hiçbir şey bilmezdim oraya dair. Ne Monaco ile ilgili ne de Fransa Ligi ile ilgili, herhangi bir bilgi sahibi değildim. Hiçbir zaman ilgimi çekmemişti Fransa Ligi. Ama başka bir şeyler görmek istiyordum artık, başka bir şey denemek istiyordum. Çünkü yaklaşık 4 yılım Brugge'de geçmişti. Hiçbir şey kazanamamıştım ve artık yaşım da yavaş yavaş ilerlemeye başlamıştı. O dönemde Monaco bana güzel bir sözleşme teklif etti. Yeni ortaya koydukları bir projeleri vardı. Ben de o projeye inandım ve Monaco'da geçirdiğim tüm yılları düşündüğümde, kesinlikle pişman değilim aldığım bu karardan. Hakikaten hiçbir pişmanlığım yok, hala kalbimi dinliyorum ve oraya gitmenin doğru karar olduğunu düşünüyorum.

UZUN SÜRELİ SAKATLANMASINA SEBEP OLAN MAÇ

Hoca değiştirdik, yeni oyuncular geldi, iyi bir takımımız vardı. Hoca ama bize karşı gerçekten çok sertti. Antrenmanda çok çok sert çalışıyorduk açıkçası. İtalyan Hoca Ranieri'ydi o zaman antrenörümüz. Hakikaten hiç kolay geçmiyordu antrenmanlar, çok sert antrenmanlar oluyordu, ama çalışıyorduk ve skor almayı başarıyorduk. Bir takımda ihtiyacınız olan da budur açıkçası. Saha içerisinde ciddiydik antrenmanlarda, her zaman ciddiydik ve fizik olarak da hazırdık. Özellikle maçların ikinci yarılarında bambaşka bir takım haline geliyorduk, çünkü fizik olarak iyi bir durumda kalabiliyorduk ve her şeye hazır bir takım görüntüsü çiziyorduk. Çılgın bir sezon geçirdik, çok çok iyi anlaşıyorduk birbirimizle, güzel anlar yaşadık. Ama son maç oynamamam gereken bir maçtı; oynamak durumunda kaldım. Oynamak istemiyordum, oynamamam gerekiyordu, zaten şampiyon olmuştuk. Hiçbir işe yaramayacaktı benim oynamam. Daha önceki dönemlerde forma şansı bulamamış yedek oyuncularımızdan birinin oynamasını istiyordum ki, o maçı oynasın, biraz keyif alsın, bir oynama fırsatı yakalasın. Ama hoca yine de beni oynattı. Bu işin riski bu, sakatlık yaşadım.

SAKATLIKDAN GERİ DÖNÜŞ ZOR OLUR

Açıkçası Monaco'da sakatlandığımdan sonra çok şüpheler oluştu kafamda. Çapraz bağ sakatlığımdan sonra açıkçası böyle bir düşüncem oldu. İlk 2 ay, belki 3 ay diyebiliriz, sakatlığımdan sonra son derece zordu. Ama ben bu durumu hiç dışarıma yansıtmayan bir insandım. Her şeyi kendime saklıyorum, içime atıyorum. Ama kendi kendime çok soru soruyordum tabii. “Bir daha en iyi formuma ulaşabilecek miyim, eskisi gibi olabilecek miyim, iyi bir oyuncu, dripling yapabilen, futbolu seven bir oyuncu olabilecek miyim tekrar” diye düşünüyordum ve gerçekten zordu benim için o dönem. Ama kafamı yukarı kaldırmayı başardım. Çok çalıştım, ciddi ve iyi bir şekilde antrenmanlarımı yapmaya başladım. Günde 2 antrenman yapıyordum. Aynı zamanda etrafımda da tekrar en iyi formuma dönmeye yardımcı olan birçok antrenör bulma şansı bulmam da bana çok yardımcı oldu.

MONACO YILLARI

Gerçekten zor bir dönemdi. Yani salonda veya dışarıda tek başıma çalıştığım dönemlerdi. Benim için gerçekten zordu. Çünkü diğer oyuncu arkadaşlarımı futbol oynarken görüyordum ve gerçekten bir an önce dönmek istiyordum, bir an önce takıma katılmak istiyordum. Onların yaptığını ben de yapmak istiyordum. Çünkü gerçekten iyi bir takımımız vardı; Radamel Falcao, James Rodriguez, Joao Moutinho gibi isimler vardı. Gerçekten büyük oyuncularımız ve çok iyi bir takımımız vardı. Ve onlarla sahaya çıkıp futbol oynamayı, gerçekten çok istiyordum. Onlardan bir şeyler öğrenip, kendimi geliştirmek istiyordum. Tek başıma çalışırken, kafamdaki tek düşünce sahaya dönmekti ve o oyuncularla oynamaktı. Sakatlığımdan sonra döndüğümde kolay oldu benim için, çünkü futbol oynamayı seven futbolculardı. Böyle büyük oyuncularla oynamak gerçekten çok kolaydı benim için.

UNUTAMADIĞI MAÇ

Duygusal anları değerlendirecek olursak; bir an vardı, Arsenal ile oynayacaktık ve gerçekten inanılmaz bir karşılaşmaydı benim için. Tamamen yüreğimizle oynadık o maçları. Sadece savunma yaptık ve 3 – 1 kazanma şansını yakaladık o maçta ve maç sonunda hakikaten nasıl 3 gol atmayı başardığımızı anlayamıyordum. Çünkü savunma anlamında gerçekten sağlam bir duruş sergilemiştik. Arsenal 1 veya 2 gol atma şansını daha yakalayamadı. Gerçekten çılgınca bir maç çıkartmıştık. Savunma yaptık, yüreğimizle oynadık, her şeyimizi verdik sahaya. Gerçekten; “çalışmanın karşılığı her zaman alınır” deriz ya, o akşam ben bunu gördüm, çalışmanın karşılığını kesinlikle aldım yüzde yüz bir şekilde. Çünkü çalışmayla beraber her şeyi başarabilirsiniz. Arsenal'e karşı ilk 11'de çıktım sahaya ve aynı zamanda benim doğum günümdü ve kaptandım ilk maç. İkinci maçı 2  - 0 kaybettik ama turu geçen biz olduk. Ama gerçekten çılgınca, zor bir maçtı. 3 – 1 kazandık ilk maçı. 2 -  0 içerde kaybettik. İlk maçta kaptandım.

MONACO İLE ŞAMPİYONLUK

Ciddi ve dürüstçe söylemek gerekirse en başında böyle bir şeye kesinlikle inanmıyorduk. Çünkü PSG var. Büyük oyuncularıyla, stadıyla, şehriyle, atmosferiyle, Şampiyonlar Ligi'nde oynayan bir takım… Herkes PSG'yi tanıyor. Biz kesinlike inanmıyorduk, ama bizim gücümüz, oyuncu grubumuzdu. Çünkü gerçekten, sadece oynamayı düşünen, çok fazla başka olayları umursamayan bir oyuncu grubuyduk. Kaliteli oyuncularımız vardı, ama bir tarafıyla da çocuk ruhuna sahiplerdi. Çok fazla kural yoktu bizim takımımız içerisinde, soyunma odasında, antrenmanda . Birbirimizi koruyorduk, hep birbirimizleydik, bizim gücümüz gerçekten buydu bana göre. Çünkü net insanlardık ve çok fazla başka olayları umursayan insanlar değildik, öyle yıldız değildik hiçbirimiz, bizi güçlü kılan da buydu. Ligin 2. yarısında şampiyon olmamızın mümkün olabileceğini gördüğümüz an itibariyle, o zaman şampiyonluğu düşünmeye başladık ve her maçı yüzde yüzümüzü vererek oynar hale geldik. O dakikadan sonra da artık kimse bizi durduramazdı. Çünkü saha içerisinde hiçbir problemimiz yoktu kesinlikle, hiçbir tartışmamız olmuyordu, hiçbir kimse kimsenin üzerine gitmiyordu. Ve herkes hücum yapabiliyordu, herkes savunma yapabiliyordu, gerçekten tam anlamıyla bir aileydik diyebilirim. Birlikte çok keyifli vakit geçiriyorduk. Dışarıda restoranlara yemek yemeye gidiyorduk hep birlikte. Çok sık yapıyorduk bunları; beraber dışarı çıkıyorduk, beraber aktiviteler yapıyorduk, yani futbol dışında da birlikte eğleniyorduk. Dediğim gibi; açık, basit yapıda insanlardık. Sinemaya giderdik, bowlinge gidiyorduk, tenis oynuyorduk, dışarıda birlikte yemek yiyorduk. Bizi bir araya getiren, bize güç veren de bunlardı zaten. PSG'nin önünde şampiyon olmamızı bunlar sağladı. Çünkü hiç kimse şampiyon olacağımıza inanmıyordu açıkçası.

FENERBAHÇE EŞLEŞMESİ

Biz kurada Fenerbahçe'yi çektiğimizde, biraz üzüntü yaşadık açıkçası. Gerçeği söylemek lazım, kağıt üstünde baktığımızda çok iyi bir takımınız vardı ve bana göre bizden daha iyi bir takımınız vardı. Ama bizim de şöyle bir özelliğimiz vardı; biz birbirimizi tanıyorduk, uzun süredir birlikte oynuyorduk ve biz dediğim gibi, çok fazla başka olayları umursayan bir takım değildik, sahaya çıkıp sadece oynamaya çalışıyorduk. Deplasmana gittiğimizde de gol atmaya çalışıyorduk, puanla dönmeye çalışıyorduk, her zaman bu düşünce ile sahaya çıkan bir takımdık. Bizim amacımız; ilk maçı 2 – 0'dan daha farklı bir skorla kaybetmemekti. Sonra kendi sahamızda baskıyı yaparak kazanmayı çalışırız diye düşünüyorduk. Ama buraya gelirken, tek düşüncemiz oydu. Burada 2 – 1 kaybettik maçı, sonra kendi sahamızda oynadığımız maçın son dakikalarına doğru 3 – 1'i yakaladığımız golü attık. Biraz şanslıydık da, bunu da söylemek lazım. Ama bence gerçekten iyi bir maçtı. Sonrasında Villarreal ile eşleştik ve o tur bizim için açıkçası daha kolay oldu. Şampiyonlar Ligi'ni kazanacağımızı düşünmüyorduk. Manchester City'yi elemiş olsak bile, ayaklarımızın yere basması gerekiyordu. Çünkü Şampiyonlar Ligi'nde çok küçük bir hata da yapsan, hemen faturayı kesiyorlar ve bunu Juventus'a karşı biz gördük. Arkada çok sağlam bir takımdı, taktik olarak çok iyi bir takımdı. Biz genç bir takımdık ve sadece hücumu düşünüp, gol atmayı düşünen bir takımdık, iki kontratakla kalemizde golü gördük. İçeride 2 – 0 kazandılar ve o maçta biz gördük ki, bu iş bitti zaten. Zaten kendi sahamızdaki maçta da gol atamıyorduk bir türlü. Daha içeride gol atamıyorsan, dışarıda nasıl gol atacaksın zaten onlara karşı.

FENERBAHÇE YILLARI

Ben Türkiye Ligi'ni buraya gelmeden önce de bazen takip ediyordum. İnsanlar için bu ligin ne anlama geldiğini biliyordum, bu ülke için ne anlama geldiğini biliyordum. Türkiye ligine gelen birçok oyuncu vardı, bunu da görüyordum. Geçen sene Fenerbahçe'ye karşı oynadığımda da; ortamı çok beğendim, stadı beğendim, şehri beğendim. Ve Fenerbahçe'den teklif geldiğinde benim için bir onurdu bu, reddedemezdim bu teklifi.

TÜRKİYE'YE ALIŞMA SÜRECİ

Açıkçası kültürünüz Arap kültürüne benzeyen bir kültür. Ben de Faslıyım, çok büyük bir değişiklik yok benim için. Türkçe'de de birçok Arapça'dan gelen kelime var. Türk mutfağını çok seviyorum. Şehri seviyorum, buradaki insanları seviyorum, onların düşünce yapısını seviyorum. Gerçekten futbola büyük bir aşkla bağlanmış durumdalar. Gerçekten belki hastalık düzeyinde, belki aşırı düzeyde, diye de değerlendirebiliriz. Ama açıkçası son derece hızlı bir şekilde buraya adapte olduğumu düşünüyorum. İnsanlar gerçekten çok kibar burada, size sonuna kadar kucak açıyorlar. Yani her hangi bir zorluk yaşadığımı söyleyemem. Aynı zamanda tercümanımız Deniz var, bana çok yardımcı oluyor. Her gün onu belki biraz sinirlendirecek kadar yardım istiyorum ondan, bir çeviride ya da hayatımda bana yardımcı olabilmesi için taleplerde bulunuyorum.

TÜRKİYE ANILARI

Ben sadece 6 aydır buradayım, bazen örneğin bir restorana gidiyorum veya komşularım evime geliyor. Sanki benim adım Ozan'mış gibi veya Deniz'miş gibi benimle öyle bir konuşmaya başlıyorlar ki, yani normal Türkçe konuşuyorlar karşıma geçip, bu beni gerçekten güldürüyor açıkçası. Ben onla Fransızca konuşmuyorum çünkü, iki dakika içerisinde onun bir dili öğrenmesini sağlayamam sonuç itibariyle ama gerçekten bu son derece komik bir durum oluşturuyor.

SARACOĞLUNDA İLK MAÇ

Kendimi çocuk gibi hissettim gerçekten. Sanki bir oyun parkına, bir eğlence parkına gitmiş çocuk gibiydim. Bütün taraftarlarımız oradaydı. Bir de stadımızda oynadığım ilk maçta, gol de attım. Benim için gerçekten unutulmaz bir andı.

FENERBAHÇE PERPORMANSI

Açıkçası bence ortalama bir performans gösterdim, çok daha iyisini yapabileceğimi biliyorum. İstatistik olarak da çok daha iyisini yapabileceğimi biliyorum. Daha fazla asist yapmam lazım, belki 2 – 3 gol daha fazla atmış olabilirdim şu anda. Belki 3 – 5 asist daha fazla yapmış olabilirdim. Olabilirdi ama saha içinde eforumun tamamını sarf etmeye çalışıyorum. Çok koşuyorum, çok savunma yapıyorum. Bazen belki ofansif anlamda farkı yaratacak kadar enerjim kalmayabiliyor.

ARKADAŞLIK

Dürüst olmamız lazım, gerçeği söylememiz lazım. Aatif. Çünkü milli takımdan zaten tanıyordum onu. Hemen hemen hep aynı odadaydık ve her zaman birlikteydik. Onun düşünce tarzını gerçekten çok beğeniyorum. Çünkü hemen hemen aynı düşüncelere sahibiz. Şakalaşmayı seviyoruz, çok fazla olayları kafaya takan insanlar değiliz. Onunla gerçekten çok iyi anlaşıyorum. Ama onun dışında da zaten ben herkesle çok iyi anlaştığımı düşünüyorum.

TÜRKÇE ÖĞRENİYOR

Evet. Çok şey biliyorum aslında Türkçe. Günaydın, nasılsın, ağabey, kardeşim, araba, oda, yemek (bu çok önemli), ekmek, su… Çok şey biliyorum, öğreniyorum. Dil öğrenmeyi seviyorum. Özellikle şu anda yaşadığım ülkenin dili Türkçe sonuç itibariyle. En azından bana göre bir restorana gittiğinizde, anlaşılabiliyor olmanız lazım. En azından bir “merhaba” diyebilmek, bir “nasılsın” diyebilmek, gerekli bana göre. Böyle küçük şeyler.

ÖZEL HAYATI

Playstation oynuyorum ve dizi izlemeyi, film seyretmeyi gerçekten çok seviyorum. Benim en büyük keyfim bu. Şu anda da “Punisher” dizisini izliyorum.

İSTANBUL'DA TRAFİK

İstanbul'da dışarı çıkıp, bir yerleri ziyaret etmeyi, gezmeyi, dolaşmayı, yürüyüş yapmayı seviyorum. Deniz kıyısına gidip, orada yürüyüş yapmayı seviyorum. Çünkü denizi çok seviyorum ben. Dolaşmak, yürümek, gezinti yapmak benim için büyük keyif. Ve İstanbul'da gerçekten çok güzel yerler var. Bebek'e çok sık gidiyorum, orada yürüyüş yapıyorum. Balık yiyorum. Büyük şehirleri ben seviyorum gerçekten. Buranın farkı trafik. Gerçekten buradaki trafik delilik. Gerçekten burada trafikte yaşlanacağım muhtemelen. Böyle bir trafik olamaz. İnsanların araba kullanma tarzına baktığımda da, yoldaki çizgilerin hiçbir işe yaramadığını, hiç kullanılmadığını görüyorum burada. Hiç çizgi çizmeye gerek yok. Bu şekilde araba kullanmayı ben de öğrendim. Mecburdum, eğer öğrenmesem, ölürdüm. Zaten yol çizgileri kesik kesik yapılmış, insanlar onları bir kat daha kesiyor, çizgileri hiç dikkate almıyorlar.

‘İÇİMDE HİÇ BÜYÜMEYEN BİR ÇOCUK VAR'

Nabil Dirar bir çocuktur. Tam bir velettir diyebiliriz. Hiçbir zaman büyümeyecek bir çocuktur. Hayatı olduğu gibi kabul eden bir insandır. Biliyorum ki, futbolcu olmak benim için gerçekten büyük bir şanstı. Ama ben hala kendim olmaya çalışıyorum. Kendi özümden uzaklaşmamaya gayret gösteriyorum. Şakalaşmayı seviyorum, insanlarla eğlenmeyi seviyorum. Yani “ben Nabil'im, ben dikkatli olmalıyım, ben şöyle yapmalıyım” diye, hiçbir şekilde düşünmüyorum. Ben kendimim. Eğer komik bir şey varsa, eğlenecek bir konu varsa, ben içimden geldiği gibi davranıyorum kesinlikle. Sokakta olsun, başka yerlerde olsun, ben herkes gibi bir insanım. Etrafımdaki insanlar da, futbolu benden daha iyi oynadıklarını düşünüyorlar bana göre. Bence öyle. Ama bilmiyorum tabii ki insanlar ne düşünüyordur benle ilgili, sormak lazım.

‘HERKES EŞİTTİR'

Ben öncelikle futbolcu olarak insanlara iyi bir imaj vermeye çalışıyorum. Çünkü gerçeği söylemek lazım, insanların kafasında futbolcular, “pis insanlar, kötü insanlar, futbol dışında hiçbir şey bilmezler, bir topun peşinde koşarlar”. Ama ben bir futbolcu olarak dışarıya iyi bir imaj vermeye çalışıyorum. Cömert olmaya çalışıyorum. Güler yüzlü olmaya çalışıyorum. Bazen çünkü bir gülücük insanları çok mutlu edebilir, bir gülücük istediğiniz cevabı almanızı sağlayabilir, sizin kendiniz gibi davrandığınızı gösterir. Bana göre, kesinlikle burnu büyük olmamak gerekiyor. Yani ben bir futbolcuyum diye, tırnak içinde, bir yıldızım anlamına gelmemeli kesinlikle. Yani öyle yıldız olarak görünmeyen insanlarla konuşmamak gibi şeyler kesinlikle olmamalı. Herkese saygılı olmalıyız. Çünkü dünya çok çabuk değişiyor, dünya dönüyor, bir gün herkese ihtiyacınız olabilir. Deniz gibi mesela; en başta hiç umursamıyordum, hiç takmıyordum bile Deniz'i, ama bazen öyle ihtiyacım oldu ki tercüme için, ona karşı kibar olmak zorunda olduğumu anladım. Mecburdum gerçekten.

"DÖNÜM NOKTASI"

Diegem'de ben rezerv takımdaydım ve sezon sonunda o sezona baktığımızda gerçekten çok çılgın bir yıl geçirdiğimi söyleyebiliriz. Ama bana A takıma çıkmayı teklif etmediler. Bana güvenmediklerini düşündüm ben o dönemde. Tatildeydim, ağabeyimin evindeydim İtalya'da. 2,5 ay tatil yaptım, orada kaldım. Beni bir numara arıyordu, arıyordu, arıyordu, kim olduğunu bilmiyordum. Ben tanımadığım numaralara cevap vermeyi sevmiyorum, o yüzden cevap vermedim uzun bir süre. Ama sonradan anladık ki, Diegem'in yöneticileriymiş. Onlar hali hazırda kamptaymış ve bana geri dönmeyi teklif ettiler. Yarı profesyonel sözleşme imzalamayı teklif ettiler. Diegem'le 3. ligde sözleşme teklif ettiler. Telefonda konuşurken bir yandan kendi kendime, “vay be 3. ligde oynayacağım” dedim. Yani, “artık hedeflerime ulaşmaktan uzak değilim” diye düşündüm. Çünkü, “eğer 3. ligde oynayabiliyorsam, iyi de oynarsam, artık 1. lige de gidebilecek durumdayım” diye bakıyordum olaya. İlk trene bindim, Belçika'ya geri döndüm ve ertesi gün antrenmana çıktım ve sonra Diegem'de oynamaya başladım. 4 – 5 ay sonra Westerlo'ya gittim ve profesyonel kontratımı önceden imzaladım. Yani tırnak içinde, “hayatımı değiştiren tek şey buydu” diyebilirim.

"GEÇMİŞLE YAŞAMAM"

Ben geçmişe çok fazla bakan bir insan değilim. Hiçbir şeyden de pişmanlık duymam. Belki bazen istemeden üzdüğüm insanlar oluyor olabilir. Böyle şeyler yaşanıyor olabilir, belki ben fark etmiyorumdur. Ama gerçekten istediğim bir şeyle ilgili şeyden pişmanlık duymak gibi bir düşüncem yok. Her hangi bir şeyden pişmanlık duymuyorum, gerçekten hiçbir şeyden pişmanlığım yok. Ben küçük bir çocuk gibiyim zaten. Ben futbol oynadığım için gerçekten çok şanslıyım.

ARKADAŞINI GETİR 50 TL BİLYONPUAN AL!