Futbol sürekli gelişir, takip etmeyenler geride kalır...
Yazarımız Sinan Yılmaz, Mustafa Denizli ve Şenol Güneş üzerine bir yazı kaleme aldı
FutbolArena - Yazarımız Sinan Yılmaz, günümüz futbolunun gelişimini, Mustafa Denizli'nin yaşadığı sıkıntıları kaleme aldı...
Futbol sürekli gelişir, takip etmeyenler geride kalır...
Simon Kuper yanılmıyorsam 'Futbolun Şifreleri' (Soccernomics) kitabında aydınlatıcı şekilde anlatmıştı... "Geride bıraktığımız son 100 yılın en entelektüel oyunu futbol" diyordu. Sınırları her geçen gün genişliyor ve oyun da her geçen gün ilerleme kat ediyordu. Daha hızlı, daha teknik, daha akıllıca oynanmaya doğru gidiyor, durdurulamaz şekilde gelişiyor ve bu gidiş de inanılmaz hızlı oluyordu.
Kuper Avrupa'nın tarihsel gelişiminden örnek veriyordu. Birbirine yakın medeniyetler birbirlerini kültürel olarak etkiledi ve öğrenme sürecini hızlandırdı. Almanya'da bir buluş gerçekleştiren bilim insanı İtalyan, Fransız bir meslektaşını kolayca etkileyebildi ve Avrupa diğer kıtalardan daha hızlı öğrendi. Bu futbolda da böyleydi. Hollanda'da total futbol başladı, İtalya'da Catenaccio çıktı sonra Fransa topa girdi en son da İspanya'yı izliyoruz. Bu süre zarfında Almanya, futbolunu her yeni döneme uydurmayı başardı... Peki İngilizler? İngilizler hep dışarıda kaldı. Bu kültür etkileşiminden en geç nasibi hep onlar aldı çünkü onlar ne olursa olsun bir ada ülkesiydi ve dışarıya biraz daha kapalıydı. Avrupa'da Alman, İtalyan, İspanyol, Fransız, Hollandalı teknik direktörler ülke ülke gezerken İngilizler daha içine kapalıydı ve uzun yıllar kendi bildiklerini, kendi yerel adamlarıyla oynamaya ve oynatmaya devam ettiler. O yüzden de gelişimi uzaktan takip ettiler, geç kaldılar. Kuper'in birkaç yıl önce okuduğum kitabında bu anlattıkları hala hafızamda. Şimdi onlara ben de birkaç ek yapmak istiyorum.
Birazdan aşağıda vereceğim link, 2002 Dünya Kupasında Brezilya'nın oynadığı futbolun taktiksel anlatımı... 3-4-2-1 gibi bir dizilişte oynuyorlardı. İleride Ronaldinho, Rivaldo ve Ronaldo gibi müthiş bir üçlü var. O kadar kaliteliler ki, kupayı tarihte en rahat kazanan takımlardan biriydiler. Kanat bekleri Carlos ve Cafu'ydu... Peki kalecisini hatırlayan? Evet o kadar iyiydiler ki çoğu insan kalecilerini hatırlamaz bile. Adı Marcos'tu. Turnuvadan sonra itiraf ettiğine göre de el bileğinden sakatlığı vardı. Top tuttuğu zaman büyük bir acı çekiyor, bileği sızlıyordu buna rağmen yedek bırakılacağından korktuğu için turnuva boyunca sakatlığını gizledi... Evet Brezilya o kadar güçlüydü ki, sert topları tutmaya çekinecek kadar bileğinden sakat bir kaleciyle turnuvayı kazandılar!
Peki videoyu izleyin, buna rağmen o günkü Brezilya'nın hatlarının ne kadar kopuk, birbirine uzak olduğunu göreceksiniz. https://www.youtube.com/watch?v=_4qvZMhOEvE&feature=youtu.be Açıkçası o 2002 Brezilya'sını getirin 2014 Almanya'sının karşısına koyun bence 2014 Brezilya'sından bir farkları olmayacak. Zira son 10 yılda futbol artık 30-35 metrede oynanmaya başlandı. 2006 Şampiyonlar Ligi finali Arsenal - Barcelona maçında spiker büyülenmiş gibi bundan bahsediyordu. Sadece 10 yılda, birlikte savunma ve birlikte hücum etme konusunda futbol bambaşka bir oyuna dönüştü. Sanki 11 oyuncu da tek bir vücutmuş gibi organize oluyor artık. Biz ise belli başlı eski ezberleri kafamızdan atamadık. Zira yenilenmedik. Maalesef daha gelişmiş futbol modelleri, tıpkı teknolojik ev aletleri veya arabalar gibi bizim ülkemize geç girdi. Getirdiğimiz yabancı hocaları sabretmeden, öğretmelerine izin vermeden kovduk. Neyse bu başka bir yazının konusu zira buna girersek, ilk okul öğrencilerine üniversite hocası getirdiğimize de girmemiz gerekecek ve yine altyapılara kadar inmek zorunda kalacağız. Dönelim futbolla ilgili bildiğimizi sandığımız ezberlere. 20. yüzyıl futbolunda nasıldı? Bir 6 numara, bir 8 numara, bir 10 numara... Fakat hayır! Günümüz futbolunda böyle değil. Bunu son 1 yılda Galatasaray'da da net şekilde görebildik. Bazen birileri bize göstermeden, deneme yanılmayla öğreniyoruz ki bu daha acı oluyor. (Tabi hiç öğrenememek de var, bu daha acı) Ne demek istediğimi şimdilik anlayamayabilirsiniz... Yazının devamında anlatacağım.
***
Geçen akşam Roma - Real Madrid maçını izlerken dikkatimi çekti. Real Madrid 2-3 senedir yan toplarda çok sıkıntı yaşıyor. Duran toplarda değil de akan oyunda yapılan kenar ortalarda, kendi ceza sahalarında genelde eksik kalıyorlar. Yedikleri çoğu gol de bu şekilde oluyor.
Şöyle ki önde Modric ve Kroos zaten ceza sahasına gelip kafaya çıkacak değiller, üstüne bekler Carvajal ile Marcelo çok kısa. Bir de kalecileri de eskiden Casillas ve şimdi de Navas yine kısa kaleciler. Çoğu zaman 2 stoper dışında bu yan topları karşılayacak kimse olmuyor Real Madrid'te. Sanırım bu 4-2-3-1'in en büyük dezavantajlarından biri. 3'lü ortasahada ön liberoyu 2 stoperin arasına atabiliyorsunuz ama 2'lide bu mümkün değil. Öyleyse akan oyunda kenar ortaları mümkün olduğunca engellemek lazım ama nasıl?
Şimdi Real Madrid'te kanatlarda Ronaldo ve Bale'i sürekli geri çağıramaz ve rakip beki kovalattıramazsınız. Ki zaten çoğu zaman forvet oynuyorlar. O halde merkez ortasaha oyuncuları ile kanatlara destek götürmek şart. Merkezin sağ hafında Modric Carvajal'a, sol hafında Kroos da Marcelo'ya yardıma koşuyor ki Ronaldo ve Bale takım savunmadayken aktif dinlenebilsinler. Bu sayede de hücumda ekstra dinamik kalabiliyorlar.
Bizim Türkiye'de 4-2-3-1 oynayan takımlarda ise (özellikle 3 büyüklerden değil bir Anadolu takımıysa) genelde kanatlar bekine yardım koşuyor. Kanatları beke sürekli yardıma getirtince de bir sonraki pozisyonda, yorgun kanatlarla hücuma hareketlilik katmak pek mümkün olmuyor. Rakip beki kovalattığınız kanada bir sonraki pozisyonda gol koşusu yaptırmak fiziksel olarak mümkün değil. Bu yüzden aslında Anadolu takımlarının oynadığı sistem 4-2-3-1'den ziyade 4-4-1-1
Geçen sezon Galatasaray'da Yasin ve sağda Bruma ile Hamzaoğlu'nun oynattığı da daha çok bir 4-4-1-1'di. Zira Yasin'i önde forvet gibi bırakıp Melo'yu sağa-sola koşturma şansınız yok. Melo ile 4-2-3-1 oynayamazsınız! 4-2-3-1 sisteminin olmazsa olmaz gereksinimi tempolu merkez ortasaha oyuncusu olmalı ki, bu merkez ortasaha rakip kanada indiğinde bekine yardım edip rakibi kapatabilsin. Merkez ile kenarlar, hücum ile savunma arasında mekik dokuyabilsin. Melo'da o tempo yok, Dzemaili'de de yoktu.
Bizde konu hakkında hiçbir araştırma yapmadan, hangi sistemde hangi ortasaha elemanının ne kadar koşması gerektiğini hiç bilmeden insanlar koşu mesafesinin önemsiz olduğunu söylüyor ki bu cahil cesareti bile değil. Belki 3'lü ortasahada savunma ve ortasaha arasında bir köprü görevi gören oyuncu çok koşmak zorunda değil ama 4-2-3-1'de oynayan oyuncu köpek gibi durmaksızın koşmak zorunda! Beckenbauer bundan birkaç yıl önce 10 km civarında koşan Bastian Schweinsteiger için acımasızca söylemişti bunu. "Bu tempoyla bu sistemde oynayamaz!" Mesela geçen sene Galatasaray'ın, Melo belinden sakatlanınca Hamit'in oynadığı bazı maçlar var. Galatasaray o maçlarda birlikte hücum ve birlikte savunma boyutunda gerçekten bir gömlek üstün oynamaya başlıyordu. Yasin ve hatta Sneijder, Hamit'in arkalarını daha çabuk kapatabileceğini bildiği için sürekli savunmaya koşturmak zorunda kalmıyorlar ve hücumda daha dinlenmiş oldukları için fark yaratıyorlardı. Özellikle Yasin, aerobik yapısıyla etkili olan bir oyuncu olduğu için savunmada çok yorulmadığında, savunma görevleri daha sağlam paylaşıldığında hücumda çok daha etkili olmuştu. (Yasin aslında bir forvet kanat. Esasında aynı kanatta oynamasalar bile Poldi ile aynı rolü oynuyorlar. Poldi ile birlikte oynadıklarında Yasin'in formu düştü çünkü savunmaya koşturmak zorunda kaldı. Koşturdukça da hücumda güçsüzleşti) Hamit'li 4-2-3-1 Melo'lu 4-4-1-1'den daha iyi, daha kompakt, daha hızlı görünüyordu. 2 merkez ortasaha ile rakip kanatları da tutabiliyordunuz (Selçuk da çok koşan bir oyuncu) ve bu sefer hücumda kanatlar Yasin ve diğer kanatta Emre veya Bruma daha dinamik kalıp, gol yollarında daha dinç sonuca gidiyorlardı.
Bizde konu hakkında hiçbir araştırma yapmadan, hangi sistemde hangi ortasaha elemanının ne kadar koşması gerektiğini hiç bilmeden insanlar koşu mesafesinin önemsiz olduğunu söylüyor ki bu cahil cesareti bile değil. Belki 3'lü ortasahada savunma ve ortasaha arasında bir köprü görevi gören oyuncu çok koşmak zorunda değil ama 4-2-3-1'de oynayan oyuncu köpek gibi durmaksızın koşmak zorunda! Beckenbauer bundan birkaç yıl önce 10 km civarında koşan Bastian Schweinsteiger için acımasızca söylemişti bunu. "Bu tempoyla bu sistemde oynayamaz!" Mesela geçen sene Galatasaray'ın, Melo belinden sakatlanınca Hamit'in oynadığı bazı maçlar var. Galatasaray o maçlarda birlikte hücum ve birlikte savunma boyutunda gerçekten bir gömlek üstün oynamaya başlıyordu. Yasin ve hatta Sneijder, Hamit'in arkalarını daha çabuk kapatabileceğini bildiği için sürekli savunmaya koşturmak zorunda kalmıyorlar ve hücumda daha dinlenmiş oldukları için fark yaratıyorlardı. Özellikle Yasin, aerobik yapısıyla etkili olan bir oyuncu olduğu için savunmada çok yorulmadığında, savunma görevleri daha sağlam paylaşıldığında hücumda çok daha etkili olmuştu. (Yasin aslında bir forvet kanat. Esasında aynı kanatta oynamasalar bile Poldi ile aynı rolü oynuyorlar. Poldi ile birlikte oynadıklarında Yasin'in formu düştü çünkü savunmaya koşturmak zorunda kaldı. Koşturdukça da hücumda güçsüzleşti) Hamit'li 4-2-3-1 Melo'lu 4-4-1-1'den daha iyi, daha kompakt, daha hızlı görünüyordu. 2 merkez ortasaha ile rakip kanatları da tutabiliyordunuz (Selçuk da çok koşan bir oyuncu) ve bu sefer hücumda kanatlar Yasin ve diğer kanatta Emre veya Bruma daha dinamik kalıp, gol yollarında daha dinç sonuca gidiyorlardı.
Mesela Şenol Güneş de sürekli bunu yapıyor. Trabzonspor'da ilk etapta Ceyhun Gülselam'ın önünde Colman ve Selçuk vardı. 4-3-3 oynuyorlardı. Sonra Güneş, Ceyhun'u kesti 4-2-3-1'e döndü. Selçuk ve Colman o zaman gençti daha çok koşuyordu. Onlar kanatları da kapatıp sağa-sola koşarken daha dinç kalan sağ kanat Burak Yılmaz ve sol kanat Engin Baytar patlama yapmıştı. Yaklaşık 20 tane gol attı sağ kanat Burak ve savunma arkasına sarkarak penaltılar da aldı. Sağ kanatta 2. forvet olarak oynuyordu. Solda da topu getiren, ters ayakla içeri kat edip rakibin dengesini bozan Engin vardı. Burak rakip beki kovalamıyor enerjisini golü kovalamaya saklıyordu. Bugün Cristiano Ronaldo da böyle.
Geçen sene Bursaspor'da. Aynı Şenol Güneş, Ozan Tufan ve Belluschi'yi koydu merkeze. Sağda Bakambu vardı tıpkı Trabzonspor'da yaptığı Burak gibi. Bir sürü topsuz koşuyla gol attı, penaltı aldı. (Şimdi Hamzaoğlu Sercan'ı da o tip bir oyuncu yapmaya çalışıyor) Volkan Şen de Engin Baytar gibi ters kanattan topla içeri giren oyuncu oldu. O da kariyerinin en çok skor yaptığı sezonunu yaşadı çünkü savunma yaparken yorulmak yerine enerjisini hücumda harcama imkanı buldu.
Şimdi 4-2-3-1 sisteminin optimum verimi vermesi için bence belli başlı şartlar var. Eğer merkez ortasahanız çok tempolu, çok koşup basabilen ve çift yönlü oynayabilen kalitede değilse Hamit-Selçuk gibi Colman,Ozan,Belluschi gibi değilse. O zaman Podolski gibi şimdi Bursa'da Dzsudzsak gibi, Stoch gibi işte Quaresma gibi, Marin gibi savunması düşük kanatlar çok lüks oluyor. Yani ya çalışkan kanatlar bulmanız ve 4-4-1-1'i oynamanız gerekiyor. Ya da çok tempolu, çift yönlü oynayabilen, ayağı da düzgün olan güçlü ortasahalar bulmanız gerekiyor ki zaten bütün takımlar böyle bir ortasaha bulmak ister. (Galatasaray hariç!) O yüzden bu yüzden bu tip adamlar da çok pahalı.
Bu tip adamlarla merkez ortasahayı 2 kişiyle kapatabilme lüksüne kavuşabildiğiniz ve hücumda +1 kişi 10 numara veya forvetle oynayabildiğiniz için bu çok koşan box to box ortasahalar çok pahalı. Peki Galatasaray neden istemedi bu tip adamlar? Çünkü bu bilinç düzeyinden uzaktı. Paraları yaşlı yıldızlara, günlük ölü yatırımlara harcadı. Ben de yukarıda bahsettiğim gibi bu sistemin gereklerini gözlemleyerek, deneme yanılmayla öğrendim. Başta şunu düşünüyordum. Bu Bilal-Selçuk ikilisi ile Galatasaray çok gol yiyecek. Yedi de... Fakat çok etkili hücum eden, çok gol atan, çok şut çeken, çok topla oynayan, çok hükmeden bir Galatasaray vardı ve her geçen maç gelişiyordu. Bu Bilal'le 30 metrede oynayarak Benfica'yı bile yendiler. Zira Bilal 32 yaşında olsa da Melo'dan çok daha fazla koşabilen, Hamit gibi bir oyuncuydu. (Hamit de o yaşta ama kariyeri boyunca müthiş koşan, çalışan bir adam oldu) Galatasaray'ın gol yemesine engel olabilecek defansif özellikleri olan kaliteli bir box to box değildi Bilal ama her geçen maç yediğinden çok atmayı öğrenen bir Galatasaray vardı. O zaman takıntılı biri gibi kendimi tekrar etmek yerine yanıldığımı anladım. Bütün 4-2-3-1'lere baktım. Çapa ile 4-2-3-1 oynayan takım yoktu! Kroos-Modric yerine zor maçta Kroos - Pepe denenmiyor 3'lü merkeze dönülüyordu. Zira bir Çapa ve yanına bir de 8 numara koyunca hatlardaki bağlantılar kopuyordu. En sağlam olmanız gereken yerde tek başına bir 8 numara kalıyordu!
Şenol Güneş Ceyhun Gülselam'ı neden kesti? Yanal Topal'la 3'lüden başkasını neden denemiyordu bile? Öyleyse Ryan Donk da eğer üçlüye dönülmeyecekse denenmemeliydi bile!
Eğer Mustafa Denizli 21. yüzyılda kamera karşısında olduğundan fazla yeşil sahada olsaydı o zaman 21. yüzyılın gelişen futbolunu öğrenebilir ve tek başına Selçuk'u merkezde yalnız başına bırakmazdı. Şenol Güneş 21. yüzyılda sürekli çalıştı. Gerekirse Bursa'ya döndü ama yine yükseldi. Yani mesele yaş değil! Mesele topu takip etmek! Güneş ilerleyen topun peşinde koşarken, Denizli kameralar peşinde koştu. İşte Donk ve Beşiktaş'ta ise Oğuzhan Özyakup'a bakınca görülen tek husus bu! 21. yüzyıl futbolu ile 20. yüzyıl futbolunun farkını görüyoruz...
21. yüzyılda çalışan, gözlemleyen, gelişen beyinler 4-2-3-1'i nasıl kuracağını hangi oyuncuyla hangi sistemi oynayacağını görüyordu. Denizli ise gelir gelmez 20. yüzyıldan kalma futbol alışkanlıklarıyla çapa Donk'u getirdi! Donk savunmayı geri çekti! Maç başına 2.33 gol atan Galatasaray 1.4 küsur gol atmaya başladı. Gol yemekten kurtulamadığı gibi gol atan takımı da durdurdu. Zira futbolun gelişiminden uzak kalmıştı. Bugün bırakın Denizli'yi, Capello bile günün futbolundan çok geride kaldı. Futbol, kendisini takip etmeyenleri Capello bile olsa arkasında bıraktı ve koşmaya devam etti. O yüzden Galatasaray geçmişine değil, geleceğine bakmayı öğrenmeli!
Şenol Güneş Ceyhun Gülselam'ı neden kesti? Yanal Topal'la 3'lüden başkasını neden denemiyordu bile? Öyleyse Ryan Donk da eğer üçlüye dönülmeyecekse denenmemeliydi bile!
Eğer Mustafa Denizli 21. yüzyılda kamera karşısında olduğundan fazla yeşil sahada olsaydı o zaman 21. yüzyılın gelişen futbolunu öğrenebilir ve tek başına Selçuk'u merkezde yalnız başına bırakmazdı. Şenol Güneş 21. yüzyılda sürekli çalıştı. Gerekirse Bursa'ya döndü ama yine yükseldi. Yani mesele yaş değil! Mesele topu takip etmek! Güneş ilerleyen topun peşinde koşarken, Denizli kameralar peşinde koştu. İşte Donk ve Beşiktaş'ta ise Oğuzhan Özyakup'a bakınca görülen tek husus bu! 21. yüzyıl futbolu ile 20. yüzyıl futbolunun farkını görüyoruz...
21. yüzyılda çalışan, gözlemleyen, gelişen beyinler 4-2-3-1'i nasıl kuracağını hangi oyuncuyla hangi sistemi oynayacağını görüyordu. Denizli ise gelir gelmez 20. yüzyıldan kalma futbol alışkanlıklarıyla çapa Donk'u getirdi! Donk savunmayı geri çekti! Maç başına 2.33 gol atan Galatasaray 1.4 küsur gol atmaya başladı. Gol yemekten kurtulamadığı gibi gol atan takımı da durdurdu. Zira futbolun gelişiminden uzak kalmıştı. Bugün bırakın Denizli'yi, Capello bile günün futbolundan çok geride kaldı. Futbol, kendisini takip etmeyenleri Capello bile olsa arkasında bıraktı ve koşmaya devam etti. O yüzden Galatasaray geçmişine değil, geleceğine bakmayı öğrenmeli!